Merhabalar. Bugün, infertilite tanı ve tedavi aşamasında biz hemşilere düşün rollerin neler olduğunu, bunu gerçekleştirebilmek için dikkat etmemiz gereken konuları ve danışmanlık rolünü ele alacağız. O nedenle de, hemşirenin danışmanlık rolüne geçmeden önce biraz danışmanlık üzerinde konuşmak istiyorum. Danışmanlığın tanımına bakacak olursak, bireyin kendi düşünce, seçim ve kararını oluşturmasına yardımcı olacak şekilde, belli bir konuda, o konuda uzmanlaşmış kişilerce aydınlatılmasıdır danışmanlık. Ancak, benim danışmanlık için çok daha sevdiğim ve sıklıkla kullandığım bir başka terim de uzmanlar ortaklığıdır. Bu tanımla inceleyecek olursak, uzmanlar ortaklığında uzman kimdir? Uzmanlar kimdir? Uzmanların yapması gereken duyguları anlamaksa, karşımızdaki kişi neler hissediyor? Ve biz onlara profesyonel yardım sağlayacaksak bu danışmanlık sürecinde, ne yapmalıyım konularına biraz açıklık getirmek istiyorum. Uzman ya da uzmanlar kimdir? Aslında danışmanlığın iki tarafında uzman vardır. Birisi sağlık ekibi yani burada bizim ele aldığımız hemşire bir uzmandır, infertilite alanında uzmandır, infertilite tedavileri alanında uzmandır. Diğer kişi ise infertil kişidir ya da çifttir. Onlar da kendi yaşamlarının uzmanlarıdır. Onlar en iyi bilirler kendi duygularını, düşüncelerini, içinde yaşadıkları sosyokültürel ortamı, infertilitenin kendilerinde yarattığı etkiyi en iyi bilen onlardır. Bu iki uzmanlık ve iki bilgi birleşmeden, kişi için en uygun kararın verilmesi çok mümkün görünmemektedir. Onun için, iyi bir iletişim gerekir. Her iki uzmanın da bildiklerini karşısındakiyle paylaşması ve daha sonra infertil çiftin kendisiyle ilgili doğru kararı vermesi için bilgilendirilmiş olarak bırakılması gerekmektedir. Peki, biz karşımızdakini anlamak adına onların ne hissettiklerini nasıl bileceğiz? Burada tabii deneyim karşımıza çıkıyor. İnfertil bireyler, sağlık bakım sistemine öncelikle gebelik oluşmaması üzerine başvururlar ve bu süreçte, daha önce konuştuğumuz değerlendirme kriterlerinden sonra bu infertilitenin neden olduğunun araştırılması için birtakım testlere tabi tutulmaları gerektir. Bu sırada, kişiler hem infertilitelerinden şüphelenip sağlık bakım sistemine gelirler ama diğer taraftan da infertil tanısı ya da halk arasında kısır tanısını almaktan da korkarlar. Ama aynı zamanda tanı almak kadar, o tanıya götüren süreçteki, değerlendirme süreçlerindeki işlemlerin ağrısından, acısından, zorluğundan ve diğer psikolojik yükünden de korkarlar. Biliyoruz ki, bu süreç ağrılıdır, acılıdır, karmaşıktır, uzundur süreç ve zordur. Her zaman sonuca varmak, o kadar da kolay olmayabilir. İnfertil bireyler, bu fiziksel ağrı, acı korkusunun yanında aynı zamanda infertil olmanın kendilerinde oluşturacağı bir takım cevaplarla da yüzleşmeye başlarlar. Burada kişilerin, çiftlerin, kadının, erkeğin yaşayacağı problemler, emosyonel cevaplar tabii ki onların getirdiği önceki yaşantılarıyla ilişkili bir arka plana da bağlıdır. Bunlar neler olabilir? Örneğin, ailede başka bir çiftin, yakın ailede bir başka çiftin infertil olması, onların yaşadığı sorunları biliyor olmak ya da kişinin ne kadar süredir infertilite sorunu yaşıyor olması, olaylara adaptasyon kabiliyetleri, ki adaptasyonun önemini de konuşmuştuk, infertilitenin prognozu, tedavi edilebilirliği, tedavi edilemek için hangi yöntemlerin gerekli olduğu gibi bütün bu durumlar ve tabii ki kişinin emosyonel altyapısı infertiliteye vereceği tepkileri etkileyen önemli faktörlerdir ve biz biliyoruz ki, bu kadar çok infertilitenin yaratacağı tepkilere katkı veren, onu etkileyen faktör olduğu sürece, infertilite anlaşılması ve bir tek kalıba konulması zor bir kavramdır ve bu nedenle de hem çift için hem de sağlık personeli için infertilite zor ve baş etmesi güç bir durum olarak tanımlanmaktadır. İnfertilite tanı ve tedavi aşamasındaki zorluklardan bir kısmı da aslında hemşirelerin belki de psikososyal bakımı yeterince ele almamalarından kaynaklanmaktadır. Çünkü infertilite tanı ve tedavi süreci, teknolojik gelişmelerle birlikte, hemşireye çok ciddi fiziksel bakıma yönelik roller yüklemektedir ve hemşire sadece bu rollere adapte olup, sadece bu rolleri gerçekleştirmeye ve kişinin gebeliğini bir an önce gerçekleştirmeye yönelik hedeflerini ön planda tutup, çiftin duygu ve düşüncelerini o kadar da dikkate almadığı zaman, bu kişi içini bir hayal kırıklığı yaratabilir ve bu yaşadıkları süreci daha da zor hale getirebilir. Bu nedenle, hemşirenin fiziksel bakım kadar ve belki ondan çok daha önemli psikolojik ihtiyaçların da farkında olması ve bunu değerlendirmeye yönelik önlemler almasının önemli olduğunu vurgulamak istiyorum. Yine, neler hissettiklerini anlamak için deneyimin önemli olduğunu söylemiştik ama literatürde de çok fazla bu konuda yapılmış çalışma var. Burada üç anahtar kavramdan bahsediliyor infertiliteyi anlamak için. İnfertilitenin, stres yaratan bir durum olduğu, bir yaşam krizi olduğu ve yasla sonuçlandığı. Bu üç kavramın, infertil bireyleri, çiftleri anlamak için hemşirelerin unutmaması gereken kavramlar olduğunu söylüyor literatür. Çünkü infertilite stres yaratan bir durum. Baktığımız zaman, 1990 yılında, Berg ve Wilson tarafından infertilite gerginlik profili tanımlanmış. Burada şunlar var, hayal kırıklığı var çünkü hayal kurdular, anne baba olmayı hayal ettiler, bir bebeklerinin olmasını hayal ettiler ama bu gerçekleşmedi. Bunun gerçekleşmemesine neden olan herşeye karşı öfkeleri var, kendilerine karşı öfkeleri var ve bunlar, hayal kırıklığı ve öfke depresyonla ve yasla sonuçlanabiliyor. İşte bu infertilite gerginlik problemi ve bazen bu profile, aşırı hassasiyet gösterme, alınganlık ve uykusuzluk da dahil edilebiliyor ve bu bulguları, değişik boyutlarda, biraz önce saydığımız altta yatan getirilen, önceden getirilen yaşam olaylarıyla ilişkili olarak da farklı şiddetlerde, farklı boyutlarda görmemiz mümkün. İnfertilite tedavileri yalnızca pahalı ve ağrılı değil, aynı zamanda süreçte bir çok hayal kırıklığını da peşinde getirmektedir. Ümit edilir, buradan bir şey çıkmasın diye ümit edilir. O boşa çıkabilir. Çıksın diye, sonuçlansın diye bir ümit yaşanır, sonuçlanmadığı takdirde hayal kırıklığı yaşanabilir ve bu sırada gerçekleştirilen her bir hastaneye gidiş geliş, doktor vizitleri kişi için stres yaratıcı bir faktör olabilir. Kişinin özel yaşantısı vardır, iş yaşantısı vardır, sosyal hayatı vardır ama infertilite tanı ve tedavi için gerekli olan testler, bunlarla, bunları çok bağlamamaktadır, onlar kendi istedikleri zaman yapılması gerekir. Örneğin, işte adet kanamasının ilk üç günü içinde kan vermesi gerekir, ultrasona gitmesi gerekir. Bu düzenli ve kendi organize olmuş yaşamın dışındaki randevular, kişide stres yaratır, hoşnutsuzluk yaratır, normalden sapma yaratır, adaptasyonu bozar. Bunların yanında bir de çok önemli birşey var. Bu kişiler, bu doktor vizitleri için işte polikliniklere, kliniklere başvurdukları zaman, orada birçok gebe kadını, kontrol için gelmiş gebe kadını ya da bebeklerinin kontrolü için gelmiş, emziren anneleri görebilirler ve aslında bu, onlar için önemli bir hayal kırıklığıdır, bunları görmek zordur. İnfertil çiftler etraflarına baktıkları zaman, dünyadaki bütün kadınların hamile olduğunu hissedebilirler. Sanki herkes kendi çocuğundan bahsediyor,herkes çocuklarıyla ilgili konuşuyormuş gibi bir duyguya kapılabilirler ve bütün bunlar, onlara şunu hissettirir: Hayat hiç de adil değildir. Çiftin sadece intertilite tanısıyla ilgili yaşadıkları değil, aynı zamanda gebelik elde etmek için gerçekleştirdikleri tüm çabalarda, streslerini arttırabilir. Örneğin, işte kadına, her sabah kalktığınızda vücut sıcaklığınızı ölçeceksiniz demek, şu tarihten itibaren gün aşırı cinsel ilişkide bulunacaksınız demek ya da Şu kadar süre cinsel ilişkide bulunmayın demek. Bunlar aslında çok kolay tavsiyeler, kolay hatırlatmalar gibi dursa da kişinin normal yaşam akışını değiştiren faktörler olduğu için onlarda stres yaratan bir durum olarak karşımıza çıkmaktadır. Bütün bunları konuşurken aslında şunu da yapmış oluyoruz; herkesin bir mahremiyeti ve sınırları var. Biz hemşire olarak cinsel ilişkinin zamanını, süresini onlarla konuşurken aslında onların özellerini, kendine aitlerini, gizliliklerini de bir parça çiğnemiş oluyoruz. Tabi bu profesyonelce bir yaklaşım içinde yapılıyor. Biz bunu ortadan kaldırmak için gereksiz bir takım bilgilerle yapmıyoruz. Bunun da farkındayız ama karşımızdaki kişi için bunun anlamının da farkında olmamız gerekiyor. İnfertilite tanısı için gerekli tüm tetkikler sıralandığı zaman bunların hepsi, özellikle kadın için, çok yüklü ve yıpratıcı olabilir. Diğer taraftan infertilite yaratan birçok faktör vardır ve genellikle neden sadece kadına ait olmayabilir, sadece erkeğe ait olmayabilir. Çoğunlukla da her iki eşe ait faktörler bir arada bulunabilir. Diğer taraftan, eğer sadece kadına ya da sadece erkeğe ait bir faktör nedeniyle infertilite sorunu yaşanıyorsa bu o kişi açısından suçluluk duygusunu ortaya çıkarabilir ve bu suçluluk duygusu çiftin arasındaki ilişkide gerginlik durumu yaratabilir. Bazen daha da aslında önemlisi açıklanamayan infertilite dediğimiz, herhangi bir nedenin açıklanmadığı, durumlarda gerginlik çiftler açısından daha da artabilir. [BOŞ SES] Bazen tedavi seçenekleri arasında karar vermek de çiftin gerginliğine katkıda bulunan bir faktördür. Bir partner IVF tedavisine başlamak isterken diğeri biraz daha normal sürecine bırakmayı tercih edebilir. Bu iki çift arasında ortak karara varamamış olma da gerginliğe sebep olarak stresi arttıran bir faktör olabilir. Harcamalar, özellikle ekonomik boyutu, infertilitenin stres yaratmasında önemli bir faktördür çünkü genelde sigortanın karşılamadığı önemli bir kısım vardır. Diğer taraftan da işten uzak kalınan, işin ihmal edildiği, iş kaybı ya da eğer kişinin kendi işiyse para kaybıyla sonuçlanan işten uzak kalmalara sebep olabilir infertilite tanı ve tedavi aşaması. Bu da stresi arttıran bir faktör olarak karşımıza çıkar. Evet infertilitenin bir diğer bileşeni kriz durumu olması. Hemen hemen bütün literatürde infertilite bir yaşam krizi olarak tanımlanmaktadır. Diğer taraftan infertilitenin yarattığı krizin strese mi sebep olduğu, yoksa kişinin zaten getirdiği stres ve psikolojik etkilenmelerin mi, örneğin bir açıklanamayan infertilite olgusunda olduğu gibi, infertiliteye sebep olduğu aslında literatürde halen netliğini kazanmamış bir konu olarak karşımıza çıkmaktadır. Kriz, sabit durumdaki bir bozulma dönemi ya da dengesizlik süreci olarak tanımlanır. Çocuk sahibi olamama istenildiği halde bu gidişatı bozar çünkü normal durumdan bir sapma söz konusudur. Eğer infertilite hemen çözümlenemezse bu dengesizlik durumu devam eder ve bu da kişide emosyonel yük oluşturur. Bireyler infertilite ortaya çıktığında bunu bir engel, önlerine konulmuş bir duvar gibi algılarlar. Hedeflerinin, hayallerinin önüne konulmuş bir duvardır infertilite. Eğer geçmişten getirilen çözümlenmemiş problemler ve duygular varsa bu engellenmeyle birlikte, bu krizle birlikte daha da açığa çıkarak psikolojik etkilenmeyi de arttırabilir. Kişiler infertiliteye yol açan faktörlerle ilgili birçok fikre sahip olabilirler. Duyguları vardır ve inançları bu yönde onlara bazı şeyler söylüyorlardır. Yine çevrelerinde gördüğü infertil çiftlerin yaşadıkları sorunlar onlara yeni stresler yaratabilir çünkü kendilerinin de aynı şeyi yaşayacak olmalarından dolayı endişe duyarlar. Ve bu nedenle sosyal izolasyon yaşayabilirler, aileleriyle ilişkilerini geri çekebilirler, çocuklu ailelerle görüşmek istemeyebilirler. Bu şekildeki sorunlar da krizin giderek daha büyümesine sebep olabilir. Üçüncü kavramımız: infertilite ve yas. İnfertilite acı veren emosyonel bir deneyimdir. Bu nedenle de bazı yazarlar bu psikolojik ilerleyişi bir yas süreci olarak belirtmiştir. Bunu daha önce de konuşmuştuk. Ve yasın bütün aşamaları infertilite sürecinde de görülebilir. Yüzleşme, inkar, öfke, suçluluk, depresyon, yas tutma ve çözümleme şeklinde ilerleyebilir. Çünkü infertilitede yaşanan kayıp, beklenen yaşamın, yaşam hedeflerinin, gebelik deneyiminin kaybıdır. Kişi eğer kendini sadece anne olarak ya da sadece baba olarak özdeşleştirdiyse benliğini kaybeder. Eğer kadınlık ya da erkeklik onlar için anne-baba olmaksa cinsel kimliğini kaybeder çünkü eğer anne değilse kadın değildir, baba değilse erkek değildir. Kişisel kontrol kaybını yitirmiş olabilirler çünkü kendi verdikleri bir karar değildir ve kendi kontrollerinin dışında yaşadıkları sorunlar vardır. Ve içinde yaşadıkları durumu eşi anlamıyorsa, aileleri anlamıyorsa, etraflarındaki insanlar anlamıyorsa diğer herkesle ilişkilerini bozabilirler. Bu da ilişki kaybı olarak yaşanan bir kayıptır ve yas sürecine sebep olur.